Bu sayfadasın: Anasayfa Eleştiriler Yorgun Anılar Zamanı

Eleştiri Yorgun Anılar Zamanı

Ayşe Sarısayın'ın ikinci öykü kitabı yayımlandı 'YorgunAnılar Zamanı'

'Yorgun Anılar Zamanı' kadının ve erkeğin çok uzun zamandır süren, çok yaygın, bu nedenle normalmiş gibi algılanan yalnızlıklarının öyküsü; yaşanamamış sevgilerin öyküsü. Behçet Necatigil'in şiirlerindeki evlerin kapılarını tek tek açıyor Ayşe Sarısayın.

Birsen FERAHLI

Kadın. Dünya nüfusunun yarısı. Diğer yarıyı doğuran ve büyüten de o. Kadın insan ama, insandan başka bir şey aynı zamanda, bir garip nesne(!) Başlangıçta böyle değilmiş işler. Uygarlık ilerledikçe, tarım verimli toprakları, ticaret sarı metal altını, iktidar orduları oluşturdukça, değer üreten bir varlık olan kadın da nesneleştirilmiş. Toplumu azla yetinip çok üreten bir aygıt halinde tutma gayreti içindeki iktidarlar, amaçlarına ulaşmak için din, felsefe, ideoloji gibi soyut kavramları kullanagelmişler. Din, felsefe ve ideolojilerde 'insan' diye sözü geçen varlık, erkek; kadınlar içinse ayrı ölçütler var. Çok uzun zamandır süren, üzerine bin bir kilit vurulmuş bir dert bu. Üstelik, bumerang gibi dönüp erkeği de vuran bir dert. Son iki yüzyılda önce cılız, giderek güçlü isyan bayrakları açıldı. Doğum kontrol yöntemleri, cinsel özgürlük, ekonomik özgürlük kadının önünü açtı ama; temele varmayan bu yüzeysel değişimler, kadın ruhunu özgürleştiremedi. Nesne düşünemeyeceğine, nesne yazamayacağına göre, kadının yazması 'nesne kadından' 'insan kadına' ulaşabilecek tek yol belki de. Ayşe Sarısayın yeni kitabı 'Yorgun Anılar Zamanı'nda (Can Yayınları, Kasım 2004), kadın ruhunun sözcükleriyle sesleniyor okuruna. On öykü var kitapta. Okuduğumuz öyküleri bir başkasına aktarmak olası değil aslında. Çünkü, öyküyü oluşturan olaylar değil sözcükler; hatta kimi zaman -Nezihe Meriç'in öykülerinde mükemmel uygulamalarını görebileceğimiz gibi- virgüller, ünlemler, soru işaretleri ile yaratılıyor anlam. 'Bir an', 'suda küçük bir kıpırtı', Cemal Süreya'nın 'jest' dediği 'o şey' işte... Öykülerden okura yansıyanları anlatmak söz konusu olabilir belki. Kitap, Andersen'in 'Kibritçi Kız' masalını günümüzün havai fişekli düğünlerine taşıyan bir öyküyle başlıyor 'Gökyüzü Masalları'. Parktaki yabancı kadın Gülseren'den geriye, çocukluğunun Gülderen'ine değişiyor öykünün kahramanları. Tek göz odada dışarı dikiş diken güler yüzlü Nagehan Teyze, kestane çıtırtılı bir kış gecesinde, masal okuduğu iki küçük kıza tek cümlede umudun anahtarını veriyor "Ne istiyorsanız, onun hayalini kurun yalnızca." (s. 16) 'İki Ters İki Yüz' adlı öykü, sınırları tren rayları ile çizilmiş, özlemlerin denizle özdeşleştiği, iki ters iki yüz ritmiyle durağanlığın belirlendiği bir yaşamı anlatıyor. "Tren yolunun çevresinde geçti çocukluğum, gençliğim. Denize ise hem çok yakın, hem de çok uzak." (s.38) On üç sayfada umudun gerçeğe, gerçeğin tek düzeliğe dönüşümü, aşkın ışığı ve külü ve kabul ediş öyküleniyor. "Bardakları çalkalamaya gerek yok belki, olsun onları da geçiriverdim sudan. Zaman daha çabuk geçiyor suyla oynarken, bulaşıklarla birlikte ruhum da arınıyor, yüreğim duruluyor sanki. (...) Musluğu kapatıp yağlı, bulanık suya daldırdım elimi, kırıntıları kenara toplayıp hafifçe kaldırdım süzgecin ucunu, biriken su akıp gidiverdi aralıktan. Ardından kalan kırıntıları sıyırdım, çöpe attım. İyice ovdum lavaboyu, ışıl ışıl oldu. Tezgâhın üstü, ocak... Derlenip toplanmak gibi var mı? Huzurla doldu içim, ferahladım." (s.36) Başaklar, demir parmaklıklar, mehtap, yıldız, ay gibi simgeler özgürlüğün , düşlerin, umudun metaforları olarak yer alır edebi metinlerde. Ayşe Sarısayın tekdüzeliğin, biçim değiştirmiş şehvetin, kısıtlı olanaklarla çözüm üretme yetisinin metaforu olarak, bulaşığı seçmiş. Hem metafor, hem de günde en az iki milyar kadının toplu ayin gibi yinelediği bir iş bu. Bulaşık, kadın yaşamının bir gerçeği. Kimi gün bir esaret, kimi gün bir kaçış; ama kadını anlamak isteyen bakışlar, bulaşığa da iyice bakmalılar. Suların aktığı deliğe akıyor düşünceler. Ev kadını karakteri öylesine yaşayan sözcüklerle oluşturulmuş ki, öykü canlanıyor adeta. Yazılı metinlerde içerik ne olursa olsun, ona can veren tek öğe dil kanımca. Ev kadını, "(...)ardından da köpürterek yıkadım hepsini bir güzel" diye ayaküstü konuşurken; aynı kadın, yaşamış görmüş bilmiş, ama hep susarak bilgeleşmiş diğer yanıyla, " trenlerdi yazgım, kenti bir ucundan öteki ucuna taşıyan trenler. İlmekler oldu sonra, ilmekleri bir şişten ötekine geçirip durdum. İki ters, iki yüz." (s. 39) diyerek kendi sınıfının ve cinsinin gerçeğiyle yüzleşiyor. 'İki Ters İki Yüz' kitaptaki en etkileyici öykülerden birisi kanımca. Yüzbinlerce evde, sade suya teneke tasta çorba tatsız hayatlar...

BİR ÇOCUKLUK DÜŞÜ

'Atları da Vururlar'da bir çocukluk düşü ile attığı ilmeği alıp, anneannenin baston sesi, babanın verdiği parmak çikolata, yakışıklı komşu oğlu, yeni evlilik, dar kent yaşamı, genç kadınlık halleri ve kocaya duyulan o güven dolu sevgi ile örüyor Ayşe Sarısayın. Ve yine dil Küçük bir kız, beş yaşında "Geri çekiliyorum korkuyla, at kapıyı çalar mı hiç? Elleri yok ki onun! Belki eskici çalmıştır kapıyı, sonra da kaçmıştır."(s.25) Genç bir kadın, yeni evli "Teknede balık- ekmek yedik, sokaklarda bira içip şarkılar söyledik yorulana dek." (s. 30). Konuğa (düşteki ata) hatır soran anneanne " Afiyette misiniz evladım? Anneniz, babanız nasıllar, hepsi iyiler mi? Kardeşinizin adı kalmamış aklımda, kusura bakmayın yaşlılık işte..." (s.26) Öykülerdeki zaman geçişleri, düş-gerçek bağlantıları, iç konuşmalar teknik kokan kurgulamalar yerine doğal bir bilinç akışıyla sağlanmış. Yazarın dili, düşüncesine yetiyor. 'Maçka Palas' içinde kendi öyküsünü taşıyan bir anı gibi daha çok. Çocukluğun Meserret Teyze'sine, Sedat Amca'sına, Maçka Palas'ın bodrum katında iki ailenin bol kahkahalı sofralarına çocuk gözüyle bir bakış. Çocuk gözlerini kaybetmeden büyüyebilen bir kadının, içindeki adalet duygusuyla, tutkuyla, kırmızı karanfillerle hesaplaşması. Kitabın birinci bölümü 'İlk Öyküm' adlı öyküyle bitiyor. İlk öyküsünü yazmakta kararlı bir kadın, deniz kıyısı bir kahvede bomboş üç saati var. Ne yazacak? Bir başka masada, bir başka kadın; "dayanamıyorum yalnızlığa, hep birileri olmalı çevremde"(s.74) diyen, yalnız. Satır aralarında sorular "Aşk gerçek olabilir mi?" (s.68); saptamalar, "Hayır demeyi asla öğrenemeyeceğim." (s.70), "Aynı düz çizgide sürdürebilmek, gerekenleri yapmak için savaşıp durdum kendimle." (s. 69); sezgiler "Tuhaf, sizde evli kadınlara özgü bir rahatlığın, daha doğrusu bir gücün varlığını sezmiştim, yanılmışım." (s.72) Bireyselliğin sosyal şartlarına ulaşmış yine de tedirgin iki kadının öyküleri, keskin farklılıklar ve ilginç kesişmelere değiniyor.

ROMAN DUYGUSU

'Yorgun Anılar Zamanı'nın ikinci bölümü 'Yalnızlık Çeşitlemesi' ana başlığında toplanmış beş ayrı öyküden oluşuyor. 'Bu Gün Günlerden Ne?', 'Ufukta Tek Kurşun', 'İsmiyle Müseccel Fatma Dilber', 'Tersyüz', 'Baştan Alalım'. Ayrı, ama aynı zamanda birbiriyle bağlantılı beş öykü. 'Yalnızlık Çeşitlemesi' adlı bu bölüm, roman duygusu oluşturdu bende. Dört nesil kadının ve bir erkeğin yalnızlıkları öyküleniyor. Kocası genç yaşta ölen büyükanne sevmiş, sevilmiş, kadınlığı onaylanmış bir kadın. Kocasının erken ölümüyle yalnız kalmış; ancak değersizlik duygusuna yol açmayan bir yalnızlık onunkisi. Muzaffer Hanım'ın kocası var ama; o, sevgisizliğin yalnızlığını yaşıyor; sevilecek değil, evlenilecek bir kadın o. Kızı, ismiyle müseccel Fatma Dilber, sevgisiz bir evliliği reddettiği için yalnızlığı seçiyor. Bu seçimin bedelini öde öde bitiremiyor. Torun, boşanmış anne-baba ortamında büyüyen bir yalnız fidan. Muzaffer Hanım'ın kocası Raşit Bey ise korkuları nedeniyle yaşayamadığı duyguların yalnızı. Her yeni kuşakla yaşama biçimlerinin, evlerin işleyiş düzeninin, sözcüklerin değiştirdiğini ancak; -yaşamı taşınması ağır bir yüke dönüştüren- insan yapımı yalnızlıkların değişmeden kaldığını ortaya koyuyor öyküler. Toplumun 'genç kız', 'evli kadın', 'dul kadın', 'boşanmış kadın' için ayrı yönetmelikleri var. Çok uzun zamandır süren, çok yaygın, bu nedenle de normalmiş gibi algılanan bir dehşet öyküsü bu aslında. 'Yorgun Anılar Zamanı'nda -'Baştan Alalım' dışında- her öykü bir şiirle başlıyor. Öykü bitince baştaki şiir ile öykünün birbirinde eridiğini duyumsuyorum. Farklı iki çözüm yolu ile aynı sonuca ulaşmak gibi bir şey. 'İki Ters İki Yüz' şu doyumsuz dizelerle başlıyor "Çekildi kör hatta gecede boş trenler Geçiyor tünellerden dolu katarı aşkın". Behçet Necatigil Maçka Palas, Gülten Akın'ın 'Bir roman kadar uzun bu tümce, -Sonra işte yaşlandım.' dizeleri'nden yola çıkıyor. Haydar Ergülen'in 'Doldurmuyor bazı hayatlar kısacık bir şiiri' dizeleri 'İlk Öyküm'deki boşluk duygusunun ipuçlarını veriyor. Yaşlılık ve yalnızlık Ayşe Sarısayın'ın cümlelerinde, "Raşit Bey şarkılara eşlik ederek protezinin altındaki ceviz parçasını unutmaya çalışırken kapı çalındı belli belirsiz. Radyonun sesini kısıp kulak kabarttı, doğru duymuştu. Kim olabilirdi ki bu saatte? Günde iki kez kapıcı uğrar, haftada bir temizlikçi kadın, haftada iki de kızı! Beklenmedik bir anda çalan zil sesine hasretti ne zamandır." (s.131) diye belirirken, Hilmi Yavuz, 'ne kadar gitsem o kadar uz yaşlanınca inceliyor yalnızlık' dizeleriyle şiire taşıyor bu gerçeği. 'Yalnızlık Çeşitlemesi'nin başında yer alan Rainer Maria Rilke'nin 'Yalnızlık bir yağmura benzer' dizesi, omuriliğini ıslatıyor insanın. 'Ufukta Tek Kurşun' adlı öykü, Ayşe Sarısayın'ın öyküleri arasında uzun yıllar sonra bile özel bir yere sahip olacak sanıyorum. "Cavit'in anısına", diye belirtilmiş öykünün başında; biz okurlar da "heveslerimizin, umutlarımızın anısına ve yasına 'yorgun anılarımızın' diyebiliriz bu öykü için. 'Yahut askerleri düşün Tam çıkmışken siperden Bakıyorsun Pusudaki tepelerden Bir kurşun.' Behçet Necatigil'in zamanı aşan şiiri 'Ufukta Tek Kurşun'u "Yaşadıklarının izleri derin çizgilerde, yaşayamadıkları ise gözlerinde..." (s. 100) olan bir kuşağın öyküsüne dönüştürmüş Ayşe Sarısayın. " Gömlek açık mavi üzerine lacivert çizgili. Çizgiler incecik, yerde yatan beden, zorla eğilmiş dal gibi. Şaşırıyordum; kırmızı, az önce çay tabaklarındayken ne zaman akıp da geçivermişti mavi gömleğe?" (s. 105)

ÇAĞRIŞIM ÖĞELERİ

Binlerce genç beden zorla eğildi toprağa ve yüz binlercesinin ruhu, hâlâ doğrulup gülümseyerek bakamıyor ufuğa. "Çözümsüzlükler acıtır insanın içini" (S.109) diyor yazar. 'Ufukta Tek Kurşun' birçok temel kavramı şiirsel bir anlatımla, yaşamın ta kendisi olan görüntülerle, sözcüklerle, kokularla okura ileten bir öykü. Kokular, Ayşe Sarısayın'ın en güçlü çağrışım öğelerinden birisi. Kavrulmuş şehriye kokusu , deniz kokusu, karanfillerin kokusu kapalı kutuları açıveriyor bir anda. Cevat Çapan'ın 'Bir yaştan sonra, sınırsız bir çağrışımlar zinciridir hayat; / başka kokular, başka görüntülerle (...)' dizeleri geçiyor aklımdan. Ayşe Sarısayın'ın öykü dalında 2004 Yunus Nadi Ödülü'nü alan kitabı 'Denizler Dört Duvar'da yer alan 'Taze Ceviz Kokusu' adlı öyküyü anımsıyorum. O öyküde taze ceviz kokusu "baba" demekti; kabukları soyulmuş, sessiz bir sevgi ile ikram edilen cevizlerin kokusu. 'Denizler Dört Duvar'daki dil, hedefi belirsiz dil arayışlarının ikliminde tertemiz bir bahar havası gibiydi. 'Yorgun Anılar Zamanı' dil açısından bir önceki kitabı aşıyor kanımca; daha kıvrak, "Selanik, haraşo, fantezi lastik. İnce ince. İyi kötü kazanıyordum, evin ekmeği çıkıyordu az da olsa. Nicedir alışkanlık, en çok kendim için ilmekler." (s.42) Şiirsellik belirgin olarak öne çıkıyor "Çocukluğumun en güvenli, en esmer elleri. (s.56) Sözü devinimler üstleniyor arada bir "Son kez çözülüp ardından sıkıca bir düğümle çenenin altında bağlanan yemeni." (s.43) Öykülerde geçmiş, kimi yerde anımsama, kimi yerde kendiliğinden bir çağrışım olarak canlanıyor. O ana dair duyumsamalar garip bir tazelikle yansıyor sözcüklere. Ayşe Sarısayın zamanın içinde çok rahatlıkla dolaştırıyor zihnini. 'Yorgun Anılar Zamanı' kadınların öykülerini mi anlatıyor? Evet, ama; kadını eviyle, geçmişiyle, gelecek düşleriyle, aşkı ve yalnızlıklarıyla anlatıyor. Kadının yaşam içindeki hallerini bir kamera objektifliğinde ortaya koyuyor bu kitap. Sözcüklerin çizdiği resimde erkeğin öyküsü de görünür hale geliyor. Kıstırılmış, kuşatılmış yaşamlar... Kadın yaşamının bekçisi konumundaki erkek, bir gardiyandan daha özgür olamıyor elbette. 'Yorgun Anılar Zamanı' kadının ve erkeğin çok uzun zamandır süren, çok yaygın, bu nedenle normalmiş gibi algılanan yalnızlıklarının öyküsü; yaşanamamış sevgilerin öyküsü. Behçet Necatigil'in şiirlerindeki evlerin kapılarını tek tek açıyor Ayşe Sarısayın.

Yorgun Anılar Zamanı/ Ayşe Sarısayın/ Can Yayınları/ 144 s.

 

geri