Bu sayfadasın: Anasayfa Eleştiriler Yorgun Anılar Zamanı

Eleştiri Yorgun Anılar Zamanı

ayşe sarısayın üzerine / kurgusunun zayıflığıyla güçlenen hikaye / uğur kart

Ayşe Sarısayın (d.1957, İstanbul) 2004 ve 2005’te yayımladığı iki hikaye kitabıyla edebiyat sahnesine girdi. Hikayelerinde bağımsız olmak ve yalnızlık temalarına ağırlık vermektedir. Kanımızca iki kitap bir yeterlilik ölçüsü sayılmamasına rağmen kitaplarına eklediği ödüller yazarı birdenbire ilgi odağı haline getirdi. Bu yazıda Sarısayın’ın hikayelerine, yazarın popülaritesinden sıyırarak bakacağız. Bu durum, yazarı Türk hikayesinde bir yere oturtmamızı zorunlu kılmakta. Gerek temalarındaki benzerlik gerekse kendi kuşağı olması hasebiyle hikayemizdeki Cihan Aktaş figürü, Sarısayın’ın kapışması gereken dağ olarak karşısına çıkacaktır.

ödüllü yazar

Sarısayın’ın popülaritesinden sıyırmak için popülaritesinin onun yazar kimliğine neler eklediğine bakmak gerekir. Kimlik meselesine girmişken Behçet Necatigil’in kızı olmasının da kimliğinde gözden kaçırılmaması gereken bir nokta olduğunu belirtmeliyiz. Popülaritenin birinci şartı tanınmak olduğuna göre yazarın hangi kimliğindeki hangi parçaların öne çıktığına bir bakalım. Ayşe Sarısayın, hikaye yazarıdır, Necatigil’in kızıdır, kadın yazardır, bir ilaç şirketinde genel müdür yardımcısıdır, iki saygın kişi adına verilen ödüllerin sahibi bir yazardır, Alman Lisesi mezunudur vs. En basitinden kafamızda bu özeliklerle CV’si dolgun bir kişi canlanmaktadır. Bu sebeple yazarın kimliğinin yazarın eserine baskın çıkması da kaçınılabilir ancak kaçınılmamış bir sonuçtur. Sezgin Çevik’in Fayrap’ın ilk sayısındaki (Eylül-Ekim 2005) “Son 25 Yılın Romanı” değerlendirmesine sözünü ettiği romancıların romanlarının önüne geçtiği gibi, Sarısayın’ın da kimliğiyle -şair babası, aldığı ödüller, kadın olması vb.- hikayelerinin hayli önünde olduğunu söyleyebiliriz. Yani art niyetli olsaydık, yazarın popülaritesine yaptığı işin kalitesine değil de CV’sinin kalitesine borçlu olduğunu söyleyebilirdik. Ancak, henüz işin kalitesiyle ilgili peşin bir hüküm bildirmiş değiliz, ki yazının amacı peşin hüküm vermek değil hükmü yazının dışına doğru tartışmaya açmaktır. Bazılarına sert gelebilecek girişimizin amacı yazarın popülerlik maskesini kenara koyarak okuyucunun da dikkatini bu yanılsamadan kurtarmaktır. Aynı zamanda bu iddialar, doğrudan Sarısayın’ın şahsıyla ilgili de değildir, daha kapsayıcı ve gayri şahsi anlaşılmalıdır.

“sonsuzluk ve pişmanlık”

Sarısayın hikayelerini, bağımsızlık isteği ve bunun sonucu olan yalnızlık bunalımı ekseninde okumak yararlı olur. Zira karakterlerin üstüne en çok işlemiş olan motivasyonları, onların bağlı olduğu insanlardan bağımsız hareket ederek, tek başlarına sıkıntılarından sıyrılmaya çalışmalarıdır. Karakterler “uzaklara gitmek” gibi pastoral bir umutla var olurlar. Onların birbirlerinden ayrıldıkları nokta da bunu pratiğe dökme konusundadır: bağımsızlar ve bağımlılar. Denizler Dört Duvar kitabı bağımsızlığın da imkânsızlığını gösteren, bir anlamda konuyla ilgili yazarın tavrının kitabın adına yansımasıdır. Hilmi Yavuz’un kitaba yakıştırdığı ad, “Zaman ve Hüzün”, bu yüzden anlamı kaçıran bir başlıktır. Zira Sarısayın’ın asıl ilgilendiği konular, “Yarım Kalmış bir MR Öyküsü”nde net bir şekilde ortaya çıkan zamansızlık, yani zamanın etkilerine karşı onu yok saymak üzerine bir deneme, ve Denizler Dört Duvar’daki gibi geçmişte yapılan hareketlerden geri dönmeyi zorunlu kılan pişmanlıktır. Sonsuzluk temasının aynı zamanda karakterlerin bağımsız olma arzusuyla da bağlantısı vardır. Sonsuzluk nicel olarak düşünüldüğünde, karakterler için bağımsız olma arzularının ölçüsüdür. Zira bağımsız olmak aynı zamanda, kişinin kendini zaman bağından kurtararak ondan da bağımsız olması demektir. Yazar için sonsuzluğun yolu da hiçbir şeyi bitirmemekten, tamamlanmamaktan, yarım kalmaktan geçer. Özellikle Hilmi Yavuz’un yaptığı bu üstünkörü ad koyma veya yorum üzerinden Sarısayın’ı daha lirik bir yerden okumak yerine, okuyuculara kitabı “Sonsuzluk ve Pişmanlık” adı üzerinden okumayı öneriyoruz. Bağımsızlığın imkânsızlığı konusuna geri dönersek, bağımsız hareket etmenin cezası olarak yalnız kalmak, karakterlerin geçmişle ilgili hesaplaşmaya varmayan, ancak pişmanlık dolu hayıflanmalarının temel meselesidir. Bazen kişiler, tam tersine ilişkilerini ayakta tutabilmek için özgürlüklerine kısıtlamalar getirmeyi uygun görürler. Bu da tabii ki onların geleceklerinde, geçmişe dönük bir pişmanlık sebebidir. Bu noktada iki durumdan birini tercih etmek, yazarın kurduğu muhtemel bir modern kadın –geleneksel kadın ikiliğini oluşturuyor. Zira yalnızlık, yani modern durum, daha katlanılabilir gibi sunulsa da bağımsız olmama, yani geleneksel olma, daha sıkıntılı ve kurtulunması gereken bir durumdur. Bu bağlamda Sarısayın daha ilk rauntta Cihan Aktaş karşısında nakavt olmuştur. Cihan Aktaş, modernliği de gelenekselliği de karşısına alarak aynı ölçüde eleştirmiş ve zamanla bu ikisinin de üstünde bir düzlemden konuşmaya başlamıştır. Sarısayın ise, kadın için modernlik ve geleneksellik arasında zorunlu bir tercih olduğunu söylemektedir.

yazarının önünü açan bir tarz olarak “yalnızlık çeşitlemesi”

Yorgun Anılar Zamanı kitabında ise, yazar ilk bölümde bir miktar performans kaybına uğramasına rağmen “Yalnızlık Çeşitlemesi” başlığı altındaki beş hikayeden oluşan uzun hikayesiyle durumu toparlamayı bilmiş. Kitabın iki bölümün birbirinden farkını şöyle belirtebiliriz: Birinci bölüm 1980 sonrasında Nursel Duruel’in başarıyla yazdığı, sert siyasi atmosfere karşı ezik lirik tarzda, geçmişe yönelik bir hesaplaşmadan uzak, derinliği olmayan bir hayıflanma tarzındaki hikayelerden oluşuyor. İkinci bölümde ise, bu zihin dağıtıcı hikayelere karşı birbirine bağlı aile bireylerinin birbirlerine karşı geliştirdikleri psikolojilerin tahlili niteliğinde hikayeler yer almakta. “Yalnızlık Çeşitlemesi” Sarısayın hikayesi için şimdilik bir doruk noktası. Daha önce nakavt olduğu alanda bu sefer değişik bir şey yapıyor ve üç kadının, yani Muzaffer, Fatma Dilber ve kız torunun karşısına son iki hikayeyle erkek figürü Raşit beyi koyuyor ve onun erkeklik motivasyonu üzerine düşünmeye başlıyor. Raşit bey, annesi genç yaşta dul kalmış ve on iki yaşında annesine ve kız kardeşine bakmak ve onları korumak zorunda kalmış bir erkektir ve tecrübesi ona kadınların her şartta korunması gereken varlıklar olduğunu öğretmiştir. Bu tecrübe de “Baştan Alalım” hikayesinde, Raşit beyin dul annesinin namusuna göz diken mahalleli gençlerin düşmanca tavrına dayanmaktadır. Buna karşılık, Muzaffer, kadınlığının hakkını vermesi gereken, ancak bunun nasıl olduğu konusunda şüpheleri olan, belki de yazarın gözünde geleneksel kadın figürünün özeleştiriye tabi tutulduğu bir yerde duruyor. Fatma Dilber karakteri ise, ikinci kuşak olarak, babasının koyduğu kurallara karşı daha isyankar bir tavır izleyebiliyor. Onun da amacı, kızının, karşısında isyan edecek bir baskı ortamı bulamaması. Bu yüzden içindeki bütün acıya rağmen kızını kendi elleriyle uzak şehre yolcu ediyor. İşte tam bu anda, okuyucunun kadınların tarafına geçtiği anda, Sarısayın kıvrak bir manevrayla Raşit beyi saygısından kendisiyle doğru düzgün konuşamayan kızıyla aciz bir durumda resmettiğinde, okuyucunun taburesini altından çekmiş oluyor. Bu tarz hikaye yazmanın Sarısayın açısından olumlu bir yanı olduğunu düşünüyoruz. Bu tarz basit bir kurgu, Sarısayın’ın fazla önem vermediği kurgu alanındaki eksiğini kapatırken aynı zamanda ona meseleyi dağıtmadan etrafında daha rahat dolaşma ve bakış açısı değişiklikleriyle meseleyi değişik boyutlarda tartışabilme imkânı tanımaktadır. Bu sebeple, “Yalnızlık Çeşitlemesi” yazar için, bundan sonraki hareketine referans kabul edebileceği bir durak niteliğini taşımaktadır.

“bu kadar vuruyorsun, o halde niye yazıyorsun?”

gibisinden bir sorusu olanlar için, yazının sonunda Ayşe Sarısayın’ın Türk hikayesi için niçin önemli olduğunu açıklamamız gerekiyor. Yazarın özellikle Sait Faik Hikaye Armağanı gibi önemsenen ve Türk hikayesi için ortamın merkezinde duran bir ödülü almış olması, hikaye ortamının bundan sonraki birkaç yıllık yönüne dair bir işarettir. 2001 yılından itibaren Murat Gülsoy’la başlayan ve Yekta Kopan’la devam eden hikayenin kurgu yönüne ağırlık veren postmodern tarzın yerine artık zayıf kurgusu ve lirik diliyle, olay hikayeyi önceleyen Ayşe Sarısayın önerilmektedir. Sarısayın’dan önce olay hikayeyi önceleyen ve bu ödülü almış hikayeciler olmasına karşın bu kişiler önemsizdir. Zira Sarısayın’ın diğerlerine göre kurgusu yok denecek kadar zayıftır ve hikayesi zeki numaralar yapmamaktadır. Yani Türk hikayesi, postmodern hikaye dedikleri kurguyu önceleyen tarzı yavaş yavaş kenara itmeye başlamıştır. Bu yüzden, Ayşe Sarısayın’ın yazdığı tarzın kabul görmesi ve dahası göklere çıkartılması bu gidişatın tespiti açısından önemlidir.

 

 

 

geri