Bu sayfadasın: Anasayfa Eleştiriler Erdal ÖZ "Unutulmaz Bir Atlı"

Eleştiri Erdal ÖZ "Unutulmaz Bir Atlı"

“O ŞİMDİ KİTAPLARDA BİR İSİM, BİR SOYADI”

Aslı Uluşahin

Hepimizin yaşamı, yazılmakta olan tarihe tanık ve kanıttır. Yaşamlarımızı birleştirsek, iç içe geçirsek, ortaya ülkenin tarihi çıkar. Ama bazıları, geçip giden günleri, film gibi izler köşesinde; onlar hayata dokunmadığından, tarih de onların adını içine almaz, ardında bırakır. Kimileri ise bugünün içindedir, bugünle birlikte yarını inşa etme peşindedir, eserler bırakır. Bu yüzden isimleri unutulanlara/arkada bırakılanlara karışmaz; hayatları, yaşadıkları devrin tarihine ışık tutar. “Erdal Öz/Unutulmaz Bir Atlı” kitabını elime aldığımda aklımdan bunlar geçti. Biliyordum ki bu kitap, yalnızca bir insanın hayatını değil, bir ülkenin belki de en sancılı dönemini, kuşağını anlatıyordu. Kitabın yazarı, ödüllü öykücü Ayşe Sarısayın, “Herkes kendi Erdal Öz’ünü yaşıyor, yaşatıyor” diyor sunuş yazısında. Yazık ki ben Öz’le tanışmadım. Ama bu cümle alıp beni kendi geçmişime götürdü. (Üstelik kitabı okumaya başladığımda takvimler 6 Mayıs’ı gösteriyordu; Denizlerin idamının 37., Erdal Öz’ün ölümünün 3. yıldönümüydü.) Orta birinci sınıftaydım. Edebiyata ilgi duyuyor, kendimce, çocukça şiirler karalıyor, her fırsatta kitap okuyordum. Ama belli ki, Türkiye’nin yakın geçmişi konusunda çok cahildim. Bir tanıdığımızın kitaplığında karşılaştım “Gülünün Solduğu Akşam”la. Bir solukta okudum denir ya, öyle. Kitabı bitirdiğimde nasıl ağladığım ve o gece gördüğüm rüya hâlâ aklımda: Yakın arkadaşlarımdan biri idam sehpasında. Ben onun avukatıyım. Çok uğraşıyor ama onu idamdan kurtaramıyorum. Sehpa devriliyor. Kitabı bitirdiğim andaki gibi, rüyadan da ağlayarak uyanıyorum. Bu rüyayı nasıl iyi hatırlıyorsam, sabahında babamın karşısına geçip, bana o günleri niye anlatmadın diye diklendiğimi ve aynı sebeple, günlerce evde asık suratla gezdiğimi de hatırlarım. Erdal Öz benim için, Türkiye’nin okullarda okutulmayan ve ev içlerinde pek konuşulmayan geçmişine açılan pencereyi ilk aralayan isimdi. “Erdal Öz/Unutulmaz Bir Atlı” kitabıyla, bu kez Öz’ün geçmişine bir kapı açıldı önümde ve oradan, başta da söylediğim gibi, yalnız bir insanın yaşamını değil, 1935-2006 yılları arasındaki Türkiye’nin sanat ve siyaset yaşamını izleme fırsatı buldum. Sarısayın, biyografiyi hazırlarken, yüze yakın ismin tanıklığına başvurmuş, kırkı aşkın kişiyle yüz yüze görüşmüş. Ayrıca Öz’ün günlüklerini, mektuplarını, ona yazılan notları okumuş; hakkında dergilerde çıkan yazılara, gazete haberlerine başvurmuş. Böylece ortaya, oldukça kapsamlı bir eser çıkarmayı başarmış.

Kitap, iç içe bir örgüyle, yirmi yedi bölümde sürüp gidiyor. Bir yanda, elbette kronolojik bir sırayla işlenen, Öz’ün çocukluğundan ölümüne kadarki yaşamı var. Diğer tarafta, yolunun kesiştiği insanlarla yapılan görüşmelerin notları… Bu notlar bir filmdeki geri dönüş sahneleri gibi okuru geçmiş ile bugün arasında bir yolculuğa çıkarıyor. Bu yolculuk, kitabı soğuk ve mesafeli bir anlatımdan kurtarıyor. Ayrıca yazarın “Erdal Öz Yolculuğu” adıyla kaleme aldığı metin, çalışma boyunca tuttuğu günlükten oluşuyor. Sarısayın bu metinlerde kendi anılarını, izlenimlerini, çalışmanın onun üzerindeki etkisini aktarıyor.

Bölümlerin başındaki şiir alıntıları ise çok güzel şiir okuduğu söylenen, şiiri diğer edebi türlerin üstünde gören Öz’e karşı, bir saygı duruşu gibi… Biyografinin, Erdal Öz’ün edebiyat yaşamını yakından izlemek isteyenler içinse anlamı apayrı. Okur, “Defterimde Kuş Sesleri” kitabında “… görmediğimi, bilmediğimi, tanık olmadığımı, yaşamadığımı yazmaktan genellikle kaçarım. En azından yazmaya başlarken yaşadıklarımdan yola çıkarım” diyen Öz’ün eserlerindeki karakterlerin gerçek hayattaki karşılıklarıyla buluşuyor. Aynı zamanda kitap, Can Yayınları’nın kuruluş dönemine ve yükselişine dair anekdotlar sunarak Türk yayın dünyasının çok önemli bir kesitine de ışık tutuyor.

Can Yayınları ilk kitaplarını 1981 yılının Mart ayında yayınlamaya başlar. Yayınevinin amblem, kapak gibi grafik çalışmaları, yine İsa Çelik’le birlikte yapılmıştır: “Can Yayınları için bir ‘üniforma’ gerekiyordu, benden destek istedi Erdal. Çok sayıda taslak çalıştım, birini beğendi. Yukarıda yazar adı, aşağıda kitap adı. Yukarıda maviyle kirletilmiş kırmızı, aşağıda kırmızı ile kirletilmiş siyah. (…) Bir süre öyle basıldı, sonra altına renk vermekten vazgeçtiler”

Başlangıçtan bugüne dek değişmeden gelen kırmızı kalp de o sıralar oluşturulur: “Çeşitli amblemler yaptım, içlerinde kalpli olanlar da vardı. ‘Kalp tek başına olmaz mı?’ diye sordu. Neden olmasın? Öyle oldu…” Ayşe Sarısayın’ın babası Behçet Necatigil, “Kitaplarda Ölmek” şiirinde şöyle diyor:

Adı, soyadı,
Açılır parantez
Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti
Kapanır parantez

O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı
Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları



Parantezin içindeki çizgi
Ne varsa orada
Ümidi, korkusu, gözyaşları, sevinci
Ne varsa orada

“Erdal Öz: Unutulmaz Bir Atlı”, işte o iki parantez arasındaki kocaman bir yaşamın öyküsü… Necatigil, “Kitaplarda Ölmek” adını verdiyse de şiirine, Erdal Öz, tarihin ardında bırakmadığı, içine aldığı isimlerden biri olarak, hem Sarısayın’ın biyografisinde hem de hepimizin kitaplığında bulunan o küçük kırmızı kalplerin içinde yaşayacak bundan böyle.

“Erdal Öz: Unutulmaz Bir Atlı”, Ayşe Sarısayın, 399 s., Can Yayınları, 2009

geri