Bu sayfadasın: Anasayfa Eleştiriler Erdal ÖZ "Unutulmaz Bir Atlı"

Eleştiri Erdal ÖZ "Unutulmaz Bir Atlı"

Sular ne güzelse, öyle...
08/05/2009

Faruk Duman

Ayşe Sarısayın'ın hazırladığı 'Erdal Öz/Unutulmaz Bir Atlı', Türk edebiyatının 50 Kuşağı yazarlarından, öykücü, romancı, yayıncı Erdal Öz'ün yaşamöyküsünü anlatıyor. Sarısayın, kitabı hazırlarken Erdal Öz'ü yakından tanıyan kırk iki kişiyle yüz yüze görüşmüş Erdal Öz’ü yitireli üç yıl oldu. Zaman su gibi akıp geçiyor. Ya yayınevinde birlikte çalıştığımız günlerin anısından ya da belki de en çok, onun gerçekten canlı, akılda kalıcı kişiliğinden, sanki o hâlâ bir gezide. Sözgelimi, özellikle baharın bunca sevimli bir biçimde belirdiği şu günlerde, sanki Şile’deki hafta sonu dinlencesini biraz uzatmış gibi... Dönüp öykülerine, romanlarına yeniden baktığınız zaman göreceksiniz; Erdal Öz’ün yazıları dipdiri, bir gençlik ateşiyle yazılmış. Hepsinde gençliğe özgü o yenilenme, hayata hayretle, mizahla, sevgiyle bakma coşkusu... Doğal olarak her şeyi, herkesi daha yakından tanıma çabası. İnsana özgü ne varsa, hepsini yakından bilme merakı. Erdal Öz, hep kalabalıklar içinde buldu kendini, çok kişinin sevgisini, dostluğunu kazandı. Bu yüzden, yakından izlediğim için tanık oldum; Erdal Öz/Unutulmaz Bir Atlı’yı yazmak kolay olmadı. Bu yorucu, yoğun çalışma için Ayşe Sarısayın’a teşekkür borcumuz var.

Bildiğiniz gibi, bizde bu tür belgeleme, arşivleme, derleyip toplama çalışmaları çok geç başladı. Ben bu tutumumuzun bize çok şey kaybettirdiğini düşünüyorum. Baktığınızda, Sait Faik gibi bir yazarın fotoğraflarına, ayrıntılı, derinlikli bir yaşamöyküsüne ulaşabileceğiniz kaç kaynak var? Tanpınar, Sabahattin Ali, Orhan Kemal... 20. yüzyılın başında yapıt vermiş kimi yazarların tek bir fotoğrafına bile ulaşamıyorsunuz. Oysa bu öyle ‘çok uzak’ bir geçmiş de değil. Bu yüzden, sanata, edebiyata, bilime, spora hizmet vermiş, öne çıkmış, toplumda iz bırakmış kişiler hakkında yapılan bu tür özgün çalışmaların değerini bilmek gerekiyor. Yoksa, bir bellek oluşturmamız, kendimize, kendi kimliğimize özgü veriler belirlememiz kolay olmuyor. Bilindiği gibi, arşivleyen, saklayan, bilgiyi elinde tutan toplumlar da, kişiler de daha güçlü oluyor.

Hüzünlü ama güzel
Erdal Öz/Unutulmaz Bir Atlı, yirmi yedi bölümden oluşan bir yaşamöyküsü. Ayşe Sarısayın, bu yorucu çalışma sırasında Öz’ü yakından tanıyan kırk iki kişiyle yüz yüze görüşmüş, görüşmeleri kaydetmiş, sonra bunları çözerek metninde kullanmış. Ailesi ve yakın akrabaları dışında elbette yazarlar, aydınlar ve yayınevinde onunla birlikte yıllarca çalışmış kişiler var görüştükleri arasında. Ama bundan başka yüzlerce kişinin tanıklığına başvurmuş Sarısayın. Dergiler, gazete küpürleri, günlükler, anıların not edildiği defterler, fotoğraflar...

Öz’ün yaşamını izlerken, bir yandan da bu çalışma süresince, ‘Erdal Öz Yolculuğu’ başlıklı bir metin kaleme almış Sarısayın. Bu, bir günlük. Kitabı okurken, bölümlere serpiştirilen bu günlüğü de okuma fırsatı buluyoruz. Sonuçta ortaya yalnızca bir belge değil, bir anlatı, usta bir öykücünün yine usta bir öykücü tarafından yazılmış unutulmaz yaşamı çıkmış. Kitap vesilesiyle Erdal Öz’ü bir kez daha anmak hüzünlü, ama yine de güzel.

Aydınlar yargı önünde
1995 yılında Erdal Öz, yayınladığı bir kitap nedeniyle yine yargılanır. Konu, “düşünceyi açıklama özgürlüğü ve Türkiye”dir. 4 Ekim 1994 günü 20 yazar bir araya gelerek İstanbul Gazeteciler Cemiyeti’nde bir basın toplantısı düzenlerler. Amaç, Terörle Mücadele Yasası’nda yapılacak iyileştirmelerin yetersizliğini, ekonomik kalkınmanın olabilmesi için düşünce özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasını dile getirmektir. Önceden duyurulmasına rağmen, umulan ilginin gösterilmediği toplantıya, çok az sayıda gazete muhabiri, bir de Alman BDR televizyonu katılır. Bu ilgisizliğe karşı, edebiyatçıların sesini duyurmak için bir kitap hazırlanmasına karar verilerek Erdal Öz, Şükran Kurdakul, Fethi Naci, Osman Şahin, Adnan Özyalçıner, Sennur Sezer ve Feride Çiçekoğlu’nun yer aldığı bir komite oluşturulur. Kitap, Can Yayınları’nda çıkacaktır.

Yaşayan Türk edebiyatçılarının bir dökümü yapılarak roman, deneme-eleştiri, öykü, şiir grupları için en çok oy alan 50 kişi belirlenir. Kitaba katılmaları için bu yazarlara yapılan çağrıyı, 24 kişi yanıtlar. Gelen yazıların “sansürsüz” olarak toplandığı kitap, 1 Şubat 1995 tarihinde satışa çıkar. Erdal Öz de “Gül alıp satmanın zamanı değil” başlıklı yazısıyla yer almıştır bu kitapta. Ancak DGM, satışa verildiğinin ertesi günü Yaşar Kemal’in Türkiye’nin Üstündeki Kara Gökyüzü ile Zulmün Artsın başlıklı yazılarını gerekçe göstererek kitabı toplatma kararı alır. Erdal Öz, kitabın yayıncısı olarak, yine yargı önündedir. Gerçi toplatılmasına rağmen, kitap rahatlıkla bulunabilmektedir piyasada. Kısa süre içinde korsan baskısı yapılmıştır... Yaşar Kemal’in Zulmün Artsın başlıklı yazısının, kitap çıkmadan kısa bir süre önce Almanya’da Der Spiegel dergisinde yayınlanması nedeniyle DGM tarafından bölücülük suçlamasıyla soruşturma açılmış, ancak Yaşar Kemal savcının tutuklama istemine karşı tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmıştır. Bu davada da, bir grup aydınla birlikte Yaşar Kemal’e destek veren Erdal Öz, bu kez onunla birlikte yargılanacaktır.

Yaşar Kemal’e destek vermek için 23 Ocak 1995 günü Beşiktaş DGM’de olan aydınlar, bir imza kampanyası başlatırlar: (...) içeriğini onaylasam da onaylamasam da; sırf “Düşünceleri Açıklama Özgürlüğü”ne duyduğum saygı gereği olarak, yasal baskı altına alınmak istenen düşüncelerin tümünün altına imzamı atıyorum. Bu imza yüzünden bana verilebilecek her türlü cezayı onurla taşıyacağımı duyuruyorum.

Kitabın satışa sürüldüğü, henüz toplatma kararının olmadığı 1 Şubat günü yaptığı bir söyleşide şöyle demiştir Erdal Öz: Biz aydın olarak yeterince sustuğumuzu biliyoruz ve hatta biraz utanarak bu kitabı yayınlıyoruz. Türkiye’deki aydınların pek çoğu sadece kendini aydınlatarak bencillik yaşadı, çok susuldu. Kitabın toplatılmasıyla DGM ilgileniyor. Benim bildiğim sırf bu maddeden 1700’ün üzerinde dava açılmış durumda. Bu insanlar artık düşüncelerini açıklasınlar, işin işine şiddet girmedikçe tavır suç olmasın istiyoruz, hele düşünce hiç değil. Çeşitli dillere çevrilerek yurtdışında da dağıtılması ve gelirinin TYS, PEN Yazarlar Derneği ve Ankara Edebiyatçılar Derneği’ne aktarılması düşünülen kitabın toplatılma olasılığı da gelmiştir aklına: DGM dilerim toplatma kararı almaz. Türkiye çok tepki alıyor. Amacım, Türkiye’nin tepki alması değil, Türkiye içinde olayı çözmek. Toplatma kararıyla birlikte, Yaşar Kemal hapis, Erdal Öz para cezası talebiyle yargılanır. Mart ayında yapılan duruşmadaki uzun savunmasında, bu kitabı düşünceleri açıklamanın suç olmaktan çıkarılması için yayınladığını ve ticari amaç gütmediğini dile getirerek, bölücülük propagandası yaptığı iddiasına karşı çıkar. Ancak Yaşar Kemal, 1 yıl 8 ay hapse, Erdal Öz ise 3 milyon 149 bin lira para cezasına mahkûm olur. Karara DGM savcısının da itirazı vardır: Yaşar Kemal ve yayıncısı Erdal Öz hakkında suç unsurları oluşmadığı gerekçesiyle beraat talep ettiğini, ancak mahkemenin mahkûmiyet kararı verdiğini belirterek, temyiz için Yargıtay’a başvuracağını söyler. Kitaptan...

‘Zehir’ olayı
Erdal Öz, Nokta dergisi muhabiri Lian Mit’e, cezaevinden ayrılmadan önce Deniz Gezmiş’in kendisinden üç kişilik zehir istediğini ayrıntılarıyla anlatmıştır. Asılmalarına neredeyse kesin gözüyle baktıklarını, son dakikaya kadar devrimci tavırlarını sürdüreceklerini, ancak ölümlerinin bu adamların elinden olmasını istemediklerini söyleyen Deniz Gezmiş, üç kişilik, en hızlı ve en çabuk etkileyen zehirin ne şekilde gönderileceği’ni de belirlemiştir. Erdal Öz, sık sık kitap gönderecektir cezaevine. Değişik renklerdeki bu ciltli kitapların arasında bir tek kırmızı ciltli kitap olacak, zehrin doldurulduğu gri kapsüller, kırmızı ciltli kitabın kalın kapak kartonunun içine gömülecektir. Zehri nasıl kullanacakları da bellidir: “Kazaklarımız gri yünden. Özel olarak ördürdük. (...) Bu kapsülleri önceden kazaklarımızın yakalarına öreceğiz. Ağzımızla, ellerimiz arkadan bağlı bile olsa, sehpada, uzanıp bu kapsülleri ısıracak, emeceğiz. Çalıştık, denemesini yaptık, ağzımızla yakamızı tutabiliyoruz.”

Erdal Öz, cezaevinden çıktıktan sonra konuyu araştırır ve en etkili zehrin siyanür olduğunu öğrenir, ancak kendisinden istenileni bir türlü yapamaz. Kitabevine gelen avukatları, Deniz’lerin kitap istediklerini söylerler, o da bazı kitaplar gönderir, kırmızı ciltli kitap hariç: (...) Her an karar değişebilir, ölüm cezaları başka bir cezaya dönüştürülebilirdi. Ve bizler o sırada dışarıda, öldürülmemeleri için elimizden geleni yapıyorduk. (...) Asıldıkları gece bile, belli olmaz, son anda ceza değiştirilebilir, ama çocuklar erken davranıp kapsülleri dişlemiş olabilirlerdi. (...) İsteklerini yerine getiremedim. Beceremedim. Yani ölümlerine katkıda bulunamadım. Çünkü ben ölümlerinden yana değil, yaşamalarından yanaydım. Bunun için didiniyorduk dışarıda. (...)

Bu olayı neden daha önce açıklamadığına ilişkin yanıtı ise şöyledir: Gülünün Solduğu Akşam’da bu olayı açıklamayı çok isterdim. Olmadı. Çok güvendiğim bazı yazar arkadaşlarıma anlattım bu size açıkladığım olayı, hemen karşı çıktılar. “Açıklama, anılarını zedeleme,” dediler. Ama şimdi onların bu karşı çıkmalarına katılmıyorum. Katılmadığım için de bu açıklamayı yapıyorum. Kitaptan... Orhan Pamuk anlatıyor... 1982 yılında Can Yayınları’nda yayınlanan Cevdet Bey ve Oğulları, 1983 Orhan Kemal Roman Ödülü’ne değer bulunur. Orhan Pamuk’un Erdal Öz’le tanışıklığı daha öncesine dayanmaktadır: Benim ilk kitabım olan “Cevdet Bey ve Oğulları”, ilk adı Milliyet Yayınları olan, sonra Karacan adını alan Karacan Yayınları’ndan çıktı ama bu yayınevinin yayıncısının kitapçılığa devam etme niyeti olmadığını anladım; Erdal Öz de Can Yayınları’nı yeni kurmuştu, oraya geçtim. (...) “Cevdet Bey ve Oğulları”nı yazdığım dönemde bir hikâye yazdım; 1975 yılında Antalya’da Film Festivali ile birlikte bir de hikâye yarışması düzenlenmişti. Herkese açıktı. “Bir hikâye de ben yollayayım” dedim. 23 yaşındaydım. Hikâyemi yolladım, bir süre sonra da hikâyemin 3.’lük ödülü kazandığını öğrendim. Hayatımda kazandığım ilk edebi ödül! Çok hoşuma gitti bu. Çünkü diğer ödülleri kazananlar, 50’li yaşlarında insanlardı. Üstelik ödülü almak için Antalya’ya gitmeniz gerekiyordu; uçağa binmiştim ve çok heyecanlanmıştım! Erdal Öz ile orada tanışmadım ama insanlar, jüride yer alan Erdal Öz’ün hikâyemi çok beğendiğini ve benimle tanışmak istediğini söyledi. Ben de İstanbul’a dönünce Erdal Öz’ü arayıp buldum. Böyle tanıştık. Daha o zaman Can Yayınları kurulmamıştı bile. Benden önceki kuşaktan tanıdığım ilk yazardı Erdal Öz. Onun beni, hiç kimse beni daha tanımazken ilk hikâyemle ‘keşfetmesi’nden ikimiz de hep mutlu olduk. Sonra bu hatıraların da etkisiyle yayınevinin kurulmasıyla Can Yayınları’na geçtim. Can Yayınları’nın kurulması ve parıldayarak yükselmesi yıllarında içindeydim. Bütün o yılları yaşadım. Pek çok kitabın Can Yayınları’ndan çıkmasında fikir verdim, fikir aldım. Kitapları sevdiğimi bilir, benimle sohbet etmeyi severdi Erdal. 11 yıl boyunca kitaplarım Can Yayınları’ndan çıktı. “Sessiz Ev”, “Beyaz Kale” ve “Kara Kitap”ın ilk baskıları Can Yayınları’ndan çıktı. Bu kitapların Türkçede sevilmesinde, başarılı olmasında, okura ulaşmasında Can Yayınları’nın itibarının da büyük etkisi olmuştur şüphesiz. Can Yayınları’nın edebi listesi her zaman en parlak liste olmuştur. Hâlâ da öyledir. Özellikle yurtdışında bana Türkiye’den hangi yayınevlerini önerdiğim sorulduğunda, Can Yayınları’nı ilk 2-3 yayınevi arasında sayarım. Belki de son 60 yılda, eski Varlık Yayınları’ndan sonra Türkiye’deki özel, en güçlü yayınevidir. Bunu da herhangi bir şirket ya da banka desteğiyle yapmamış olduğunu hatırlayalım. Bütün bu işi Erdal Öz kendi kaynakları, özverisi ve yazarların desteğiyle yaptı.

Kitaptan...
‘Kalp tek başına olmaz mı?’
Can Yayınları ilk kitaplarını 1981 yılının Mart ayında yayınlamaya başlar. Yayınevinin amblem, kapak gibi grafik çalışmaları, yine İsa Çelik’le birlikte yapılmıştır: “Can Yayınları için bir ‘üniforma’ gerekiyordu, benden destek istedi Erdal. Çok sayıda taslak çalıştım, birini beğendi. Yukarıda yazar adı, aşağıda kitap adı. Yukarıda maviyle kirletilmiş kırmızı, aşağıda kırmızı ile kirletilmiş siyah. İki zemin renk bir arada. Bizde pek uygulaması yoktu bunun. Kimileri karşı çıktı önce, ama denedik, oldu. Bir süre öyle basıldı, sonra altına renk vermekten vazgeçtiler.” Başlangıçtan bugüne dek değişmeden gelen kırmızı kalp de o sıralar oluşturulur: “Çeşitli amblemler yaptım, içlerinde kalpli olanlar da vardı. ‘Kalp tek başına olmaz mı?’ diye sordu. Neden olmasın? Öyle oldu...” Kitaptan...

ERDAL ÖZ
UNUTULMAZ BİR ATLI
Ayşe Sarısayın
Can Yayınları 2009

geri