Bu sayfadasın: Anasayfa Eleştiriler Erdal ÖZ "Unutulmaz Bir Atlı"

Eleştiri Erdal ÖZ "Unutulmaz Bir Atlı"

Varlık Kitap Eki Mayıs 2009, Sayı 204

Erdal Öz'ün iki romanını ardı ardına (Gülünün Solduğu Akşam ve Yaralısın) okuduğumda sanırım 1980'lerin sonlarıydı. Klasiklere tutkulu olan benim gibi genç bir okur için "tuhaf" kitaplardı. O"tuhaf"lığın Türk romanında yeni gerçekçilik ya da gerçekçiliğin yeni algısı olduğunu neden sonra anlayacaktım.

Roman ve öykülerini üniversite yıllarımdan beri okuyor ama kendisini tanımıyordum. Okur tanışıklığımdan epeyce uzun zaman sonra sahsen tanıma, onunla sohbet edebilme şansını yakaladım: 2001'de ilk şiir kitabım Hileli Anılar Terazisi'nin, 2003'te ikinci kitabım Uzak Zamana Övgü'nün Can Yayınları tarafından yayımlanması sırasında, yayınevindeki odasında uzun sohbetler ettik. Hemen her zaman sakindi. Ne zaman yayınevine uğrasam birlikte çay kahve içmeden bırakmazdı. Kitabını yayımladığı genç bir şairle konuşur gibi değil, bir ahbabıyla konuşur gibi konuşurdu. Sakinlik ve ağırlık onu en iyi anlatacak sözcükler sanırım. Kendini hemen ele veren, sizi de hemen keşfetmeyi isteyen kişilerden değildi.

İlk birkaç konuşmamızda karşılıklı cümlelerin sayısı sekiz-on civarındaydı. Fakat özellikle Uzak Zaman Övgü dosyasını birakmaya gittiğim günlerde daha sık konuşma fırsatımız oldu. Yanılıyor olabilirim ama sanırım beni yakından tanımak istiyordu. Bense aşırı çekingenliğimden dolayı, odasında fazla kalmakla onu rahatsız edeceğimi düşünüyordum her uğrayışımda. Yayın yönetmenimiz öykücü ve çevirmen İlknur Hanım'la (Özdemir) birlikte odasına uğradığım bir gün tam çıkarken durmamı rica etti. Nereden öğrenmişse Edip Cansever'i çok sevdiğimi öğrenmiş. Oradan girdi konuşmaya. Sonra uzun uzun Edip Bey'le dostluklarından, özel hayatında tanık olduğu bazı mahrem durumlardan, mektuplaşmalarından söz etti. Erdal Bey'le o konuşmalarımız gözlerimin önünde şiirden bir dünya açıyordu her seferinde. Tomris Hanım'dan, Cemal, Edip ve Turgut Beylerden söz ediyordu uzun uzun. Benim için daha zengin bir hazine olabilir mi? Ben Yapı Kredi Yayınları'na geçtikten sonra da bana en küçük bir sitemde bulunmamış, yayınevinin etkinliklerine hep davet etmiş ve ne zaman karşılaşsak o sıcak gülüşünü eksik etmemiştir.

Bu girişin biraz uzun olduğunun farkındayım ama Erdal Bey'i düşününce, harika bir iyilik duygusu eşliğinde bunları hatırlamamak mümkün olamıyor. Evet, edebiyat ve yayın dünyasının yakından tanıdığı ama biyografisi hakkında çok az şey bildiği Erdal Öz'ündört yüz sayfayı bulan kapsamlı bir biyografisi var elimizde. Öykücü Ayşe Sarısayın tarafından hazırlanan bu biyografi yazar ve yayıncı Öz'ün hayatının ayrıntılarını neredeyse bütün yönleriyle gözler önüne seriyor: Çocukluk ve ilkgençlik, İ.Ü Hukuk Fakültesi öğrenciliği, Ankara dönemi, askerlik, ilk evliliği, 12 Mart dönemi tutukluluk yılları, İstanbul'a göç, ikinci evlilik, Can Yayınları'nın kuruluşu, 12 Eylül darbesinin yaşandığı dönem, yeni dostlar, son yolculuk...

1935'ten 2006'ya uzanan 71 yıllık bir hayatın küçük ayrıntıları ve önemli bölümleri bir arada kitapta. Ağırlıklı olarak, Öz'ün arşivindeki belgelere dayanarak hazırlanmış bu biyografi. (Hayır, başka bir adla anmak gerekir belki, haklı olarak öyle diyor Ayşe Sarısayın: "Bu biyografi, -hayır biyografi sözcüğü ürkütüyor beni, vazgeçmeliyim, bir Erdal Öz kitabı demeliyim bu çalışmaya- ona açılan kapılardan bazılarını aralayabilir belki, yetmiş yıllık bir hayata ait sayısız parçanın bir kısmını bir araya getirebilir, o hayata soluk bir ışık tutabilir ancak.")

Baktıkça insanın "kader" diyesi geliyor. (Muhtemelen bu sözcükten hoşlanmazdı Erdal Abi.) Neredeyse her edebiyatçının hayatında, ortaokul vaya lise yıllarında bir öğretmen yönlendirici olmuş. Erdal Öz'de de durum farklı değil. Lise yıllarında ilginç bir rastlantı onun edebiyata yakınlaşmasında rol oynar. 1950'lere dek liseler dört yıllık iken Erdal Öz mezun olduktan sonra (1953) üç yıla iner. (Burada, 1950'lerde başlayan memlekette görülen bozulma ve çürümeye işaret etmeyi gereksiniyor, liselerin dört yıldan üç yıla indirilmesini de bu paralelde değerlendirmek gerektiğini hatırlatıyorum.) Kendisi bir söyleşisinde bunu şöyle anlatıyor: "Türkiye'nin sakat Milli Eğitim politikası, bizim kuşağın bir yılını yemiştir. Ancak beni İlhan Başgöz gibi olağanüstü bir edebiyat öğretmeniyle tanıştırmıştır. Beni benden alıp edebiyatla buluşturan o olmuştur. Onu tanımasam, kötü edebiyat öğretmenlerinin elinde, sürekli bir, iki gibi notlar alıp edebiyattan nefret edecek bir Erdal Öz olarak kalacaktım. İyi şairleri, iyi yazarları bana ilk tanıtan, lise edebiyat öğretmenim sevgili İlhan Başgöz oldu. O iyi yazarlardan aldığım tatla yazmaya başladım". Erdal Öz'ün edebiyat ve yayın dünyasına esas girişi hukuk okumak üzere İstanbul'a gelişiyle (1953) başlamıştır denebilir. Fakülte kantinindeki yuvarlak masanın çevresinde kimler yoktur ki: Onat Kutlar, Demir Özlü, Doğan Hızlan, Ercüment Uçarı, Konur Ertop, Kemal Özer, Adnan Özyalçıner vs. Sık sık edebiyat tartışmaları yapılır, birlikte içmeye gidilir, dergi çıkarma projeleri geliştirilir, platonik aşklar konuşulur... Bir başka mekân, Sahaflar Çarşısı'ndaki Çınaraltı'dır. Orada sürdürülür tartışmalar, sohbetler, projeler... Geleceğin neler getireceğinden habersiz olsalar da edebiyata adanmış hayatların ilk biçimlenişleri kendini gösterir o mekânlarda. Yıllar yıllar sonra oradaki dostlarla ortak yayınlar gerçekleştirlecek, edebiyat dünyası birlikte adımlanacak, Türk edebiyatının önemli yapıtlarına imza atılacaktır.

Ayşe Sarısayın yer yer içli anlatımlarla, yer yer de bilgilendirici açıklamalarla oluşturduğu kitabında Erdal Öz'ün ailesinin, yakınlarının, arkadaş ve dostlarının tanıklıklarına da başvuruyor. Her bir tanıklık Öz'ün farklı bir yönünü ortaya koyuyor. Yine de ortak nokta "insanilik". Onu tanıyan herkes "insan" yanına , sevecenliğine, alçakgönüllülüğüne ağırlık veriyor. Böyle böyle başlıyor ve zamanda sonsuzluğa ulaşıyor Erdal Öz: Unutulmaz Bir Atlı. Birkaç yıl önce sonsuzluğa uğurladığımız yazar ve yayıncı Erdal Öz'ü yakından tanımak için bulunulmaz bir fırsat. Sadece Erdal Öz'ü tanımak için değil, onurlu yaşanmış bir hayatı anlamak için de...

BÂKİ ASİLTÜRK

geri